Kışın sonlarına doğru esen gece rüzgârı şiddetli ve soğuktu. Bu gece karanlığın arasından süzülen ay ışığı alışılmadık bir şekilde seyrelmişti.

“Çok uzaklaştın.”

Soğuğun ortasında hüngür hüngür ağlayan bir kadının sesi, bunaltıcı bir sessizlikte olan büyük konağın içinde yankılanıyordu.

“Bugünün hangi gün olduğunu biliyor musun?”

Adam ceketini çıkarıp uşağa verdi ve karısına baktı.

Dağınık kıyafetleri, dağınık saçı, gözyaşları ile ıslanmış suratı...

Adam yürürken sendeleyecekmiş gibi karısına bakarken yorulmuş bakışlarını ondan çekti.

“Peki, işten yeni dönmüş yorgun birini tutmak için nasıl bir gün?”

Adamın soğuk sorusu açıkça kızgınlık ve suçlama taşıyordu. Karısı üzgün bir ifadeyle hayal kırıklığıyla ah çekti.

“Bugün, benim doğum günüm.”

“Hmm.”

Ancak o zaman adam hatırlamış gibi oldu ve küçük bir iç çekti.

Artan üzüntüsünü bastırmaya çalışan karısı konuşmayı başardı.

“Çok büyük bir şey istemiyorum, değil mi? Sadece akşam yemeğinde bana katıl, lütfen.”

Bir musibete uğramış bir ev kadar ıssız hissettiren akşam yemeğini hatırlayarak kadın gözyaşlarına boğuldu.

“Doğum günüm” dedi, “Akrabalarımız burada ve sadece akşam yemeğinde bize katılmanı istedim, lütfen.”

Sadece ailesine iyi durumda olduğunu göstermek istiyordu.

Etrafta dolaşan dedikoduları ortadan kaldırmak ve bir arada mutlu bir aile olduklarını göstermek istiyordu.

Gösteriş amaçlı olsa bile ailesine evini idare edebildiğini kanıtlamak istiyordu.

Ama kocası tatlıdan sonra çay içerken ortadan kayboldu.

Ailesinin ona olan sempatisi ve acıması, tüm bunlara rağmen hâlâ gülümsemeye çalışması, yüreğini çok acıtıyordu.

“Neden benim için bunu yapmayı ret edebiliyorsun?”

Karısı içini dökerken bile ona yaklaşmak ve onu teselli etmek bir kez olsun aklına gelmemişti.

Sadece sinirle kaşlarını çattı ve sert bir şekilde cevap verdi.

“Meşgulüm, işlerim var. Anlaman gerek.”

Karısının ağlamaklı bakışları masasına kaydı. Masanın üzerinde lüks yaldızlı işlemelerle süslenmiş bir ahşap kutu vardı.

“...Peki, o kadının hediyesini satın almak için ta Endülüs bölgesine mi gideceksin?”

Sadece hizmetçilerden duyduğu kutuyu kendi gözleriyle görmek yüreğini burktu.

Karısı, yüreğinin derinliklerinde uzun zamandır biriken acıyı döktü.

“Nasıl oluyor da hükümet için uzak şehirlere kadar gidip para harcamayı göze alıyorsun ama bana bir saatini bile harcayamıyorsun?”

“Şikayet etmek için geceyi mi bekledin? Ben yorgunum, kapatalım.”

“Nasıl bu kadar soğuk olabiliyorsun? Çok mu şey istedim.”

“Beğenmiyorsan o zaman ayrıl.”

Onun umursamaz tavrı karşısında şaşkına dönen karısı bir heykel gibi donup kalmıştı.

Gizlice onun gitmesini hatta ölmesini diliyordu.

“Sen, nasıl yapabildin...”

Karısının sözcük bulmakta zorlandığını onun kendi nefesinde boğulduğunu gören adam belki de hatasını fark etmişti.

“Dış meselelere karışmamak evin hanımının görevidir. Bu geceki düşüncesizliğini görmezden geleceğim, o yüzden lütfen odana dön.”

Adam bakışlarını şaşkın karısından çevirdi ve kahyaya “Hanımefendiyi hemen odasına götürün” emrini verdi.

Uşak yaklaşırken karısı yorgun bir ah çekişle başını öne eğdi ve kontrol edilemeyen hıçkırıklar daha da şiddetlendi.

“Hanımefendi, lütfen size odanıza kadar eşlik etmeme izin verin.”

Uşağın ısrarı üzerine sonunda döndü ve titrek adımlarla çalışma odasından çıktı.

Adam onun uzaklaşan gölgesini izledi ve tiksintiyle başını salladı.

“Ilımlı bir kadın olduğunu sanıyordum ama tam bir baş belası.”

O gittikten sonra adam dikkatlice ahşap mücevher kutusunu aldı.

“Bunu ona vermezsem gideceğini söyledi. Başka ne çarem var?"

Sağduyulu sevgilisinin yumuşak sesini hatırlayan adamın daha önceki sert ifadesi yumuşadı.

Bunlar anlayışlı sevgilisi için özenle seçilmiş incilerdi.

“Yarın bunu ona bizzat teslim etmem gerek.”

Adam kutuyu oda da gizli bir yere sakladıktan sonra odadan ayrıldı ve ayrılışı ile beraber boşalan çalışma odası ışıkların sönmesiyle karanlığa gömüldü.

Bir kez daha saf karanlığa bürünmüştü.

“Nıç nıç... Ne aptalca.”

Hiçbir ışığın ulaşamadığı zifiri karanlıkta bir dilin şaklatma sesi hafifçe yankılanıyordu.

Birinin orada olacağını düşünmek için son yer orasıydı.

Binanın dış duvarını süsleyen taşların arasındaki çatlaklarlardan çalışma odasına dikkatle bakan bir kişi adım atıyordu.

“Eğer eşlerine sadık olsalardı o rezil şeyi evlerine getirmeye gerek duymazlardı.”

Yumuşak bir sesle mırıldandı tüm vücudu siyaha bürünmüş kadın.

Siyah kıyafeti kolayca hareket etmesini sağlıyor ve ince hatlarını ortaya çıkarıyordu.

Sadece bu da değil, yüzü siyah bir örtü ile kapanmış ve ellerinde siyah eldivenler vardı sanki onu karanlığın bir parçasıymış gibi gösteriyordu.

Onu saran giysiler arasında tek siyah olmayan tek şey saçlarını dik tutan mor bir kurdeleydi.

“Eh, o kadar ahmak olduğu için müsriflik yapacak ve tüm servetini çarçur edecek.”

Kadın homurdanarak elini havaya kaldırdı.

Özgürce esen rüzgâr sanki efendisini tanıyormuş gibi onun emri altında toplandı.

Siyah saçları, mor kurdelesi ile beraber rüzgârın esintisinde dalgalanıyordu.